2 Kasım 2008 Pazar

Bir Örgütlenme Metni:

Burak Delier- Kamil Şenol

DURUM

Kapitalizmin meşrulaştığı, kapitalizmden başka bir düzeninin düşünülemediği tarihsel bir evreden geçiyoruz. Bilim adamları yaşam tarzımızı ve değerlerimizi değiştirmediğimiz takdirde yerkürenin bunu kaldırmayacağını söylüyorlar. Kapitalizmin doğal sonucu olarak toplum ilk önce sınıflara ardından da rekabetçi bireylere bölünmüş durumda. Artık sınıftan bile sayılmayanların, resmi olarak var olmayanların, mültecilerin, yoksulların, kayıt dışıların, sömürülemeyenlerin nüfusu dünyanın en kalabalık ülkesini oluşturabilecek çoklukta. Dünyanın her bölgesinde asimetrik savaşlar, şehrin her bölgesinde duvarlar, dikenli teller, “güvenlik” kameraları, kimlik kontrolleri...

Duvarın ötesinde ya da berisinde olsun, kameranın önünde ya da arkasında olsun, var mı dünyanın barbarlığından, ahlaksızlığından, ikiyüzlülüğünden, sömürüden ve korkunun kısırlaştırıcı etkisinden muaf, gerçekten zenginleştirici bir yaşam sürdüğünü iddia eden?

Sadece doğa kapitalizmin vahşi sömürüsü altında inlemiyor. Sadece ekonomik olarak sömürülmüyoruz. Sömürü bütün hayatımıza, bedenimizin en duyarlı bölgelerine, en içten duygularımıza; ruhumuzun, bedenimizin ve aklımızın en saf “ürünlerine” bile fütursuzca yayılıyor.

Bir çıkış yoluna ihtiyacımız var. Doğa, hayatımız, bedenlerimiz, aklımız ve duygularımız üzerindeki doğal haklarımızı geri almalıyız. Kendi hayatımız üzerinde tekrardan söz sahibi olmalıyız. Hemen ve derhal dayanışma, eşitlik ve birliktelik üzerine kurulu anti-hiyerarşik, insani, sosyal, siyasal ve ekonomik bir örgütlenmeyi gerçekleştirmeliyiz.

SANAT (“TÜKETİCİ” PROFİLİNİN DEĞİŞMESİ)

Hiç kuşkusuz, geçerli olan düzen içinde sanat da kendine düşen payı alır: Profesyonelleştirilir, ticarileştirilir ve işleştirilir. Bunlar, herhangi bir faaliyetin yönetilmesi ve sömürgeleştirilmesi sırasında geçtiği evrelerdir. Sonunda, sanat içeriği, malzemesi ne olursa olsun üst-sınıfların ince zevkini ve üst-sınıflığını tasdik eden bir temsil ve yatırım aracına ya da bir devletin ve ulusun ne kadar ileride olduğunu belirleyen bir anlatıya indirgenir. Sanat bütün insani, dönüştürücü alakalarını yitirerek, bir prestij kaynağı, soyut değerlerin, kültürün ticarileştiği, araçsallaştırıldığı bir alan olarak sömürgeleştirilenler arasında yerini alır.

Oysa, sanat faaliyetinin ve emeğinin alamet-i farikası, bu faaliyetin özerk bir faaliyet olmasındadır. İktisadi çıkar elde etmeyi gözetmeyen, akılsallığın dışlandığı, saçmanın, deliliğin yaşayacak bir alan bulabildiği, sadece kendisi için yapılan, -istense bile- doğru bir şekilde fiyatlandırılamayacak, hayatı, ruhumuzu dolaysız bir şekilde zenginleştiren, entelektüel ve düşünsel, bu dünyadaki başka bir dünyaya ait olan bir faaliyettir. Sanat, bu anlamda “alternatif” bir faaliyettir. Yaşamın profesyonelleşmesine, iktisadi bir biçimde düzenlenmesine karşı hala, insani değerlerin ve özgürleşme vaadinin nefes alabileceği bir alan sunar. Bu anlamda sanat mülkiyete ve temsile dayalı kaba burjuva ideolojisinin ötesinde kendine bir yaşam alanı bulur.

Sanat, kişilerin öznel yeteneklerinin mucizelerine göre değişen derecelerde sömürgeleştirilmez. Sanat her faaliyet alanı gibi bir üretim alanı olarak, total bir biçimde sömürgeleştirilir. Kişi, eserinin “dehası” vasıtası ile sömürüden kaçamaz. Sanatın sömürüden kurtulmasının ve özgürleşmesinin tek koşulu geçerli düzene alternatif olacak anti-kapitalist değerler üzerine inşa edilmiş bütünlüklü bir başka modelin kurulmasıdır. Ekonomik, sosyal, siyasi ve sanatsal başka bir model oluşturulmadan girişilen direniş güdük kalmaya mahkûmdur.

Biz, sadece “sanat”ı kurtarmakla değil, özgürleşmekle ilgileniyoruz. Sanat, ancak özgürleşmeye katkıda bulunabiliyorsa bir anlam ifade edecektir. Sanattaki göreceli özgürleşme, dünyadaki özgürleşmeye tekabül etmediği sürece bir anlamı ve önemi yoktur.

EKONOMİ (NEDEN KOOPERATİF?)

Bugün dünyanın en büyük şirketleri bile başında patronları ya da yönetim kurulları olmadan kendi kendini yönetebilirler. Sanat ise sömürünün kaymağını yiyen koleksiyoner, büyük sermaye sponsorluğu, artı-değerin biriktiği müzeler, ticari galeriler, profesyoneller aracılığı olmadan da kendi kendine yetebilir. Günümüzde, sanat sponsor şirketlere, ticari galerilere ve rekabetçi piyasaya bağımlı hale gelmiştir. Oysa sanat ürettiği artı-değeri kendi alanına geri döndürebilirse, kendi ayakları üzerinde duran bir yapıya kavuşacaktır. Şüphesiz sanat ancak bu yolla ticaret ve temsil olmanın ötesine gidebilecek ve dönüştürücü güçleri olan bilişsel, düşünsel, deneysel sosyal bir etkileşim alanı olarak kendini ortaya koyabilecektir.

Yatay bir şekilde örgütlenen, patronun, yönetici kadroların, kurumların olmadığı, kendi hayatına egemen olma saiki ile hareket eden, özerk, gönüllülük, ortaklık, dostluk ve dayanışma üzerinden, somut bir ihtiyacı karşılama amacı ile işleyen, sürekli olarak kendini sorgulayan ve yenileyen bir yapıyı kurmak gerekiyor.

Hepimiz toplumsal üretime emek güçlerimizi katarak üretici bir faaliyet içersindeyken, aynı zamanda tüketiciyiz. Bir taraftan artı-değerin üretilmesini sağlıyoruz, diğer taraftan bu ürünleri tüketerek artı-değerin gerçekleşmesini sağlıyoruz. Üretimde ve tüketimde, barınmadan, giyeceğe, eğitimden, sağlıya birçok ihtiyaç maddesi, işveren-çalışan ilişkisi girmeden, kooperatif tarzı bir örgütlenme ile sağlanabilir. Sanatın da, büyük “sanat” anlatısının ve büyük ticari kurumların vasıtasına ihtiyacı yoktur. Sanat alanında faaliyet gösterenler, ancak kendi üretimleri üzerindeki hakları geri almalarını sağlayacak, kendi kurdukları ve ortak oldukları bir yapı ile sektörün nesnesi olmaktan kurtulup, özneleşebileceklerdir.

Biz sanatın, sağlık gibi, eğitim gibi, gıda gibi, barınma hakkı gibi insanın temel haklarından biri olduğunu söylüyoruz. Biz sanatın “demokratikleşmesi”, hatta aşırı-demokratikleşmesi gerektiğini söylüyoruz. Bulunduğumuz durumda sanatın demokratikleşmesi, yani, sanatın, spekülatör koleksiyoncuların, ticari galerilerin, sponsorların, sanat profesyonellerinin oyun sahası olmaktan çıkması ve tabana yayılması ancak;

1- üretim profilinin değişmesi ile: Sanatın, deneyler, araştırmalar, tartışmalar, pratikler alanı haline gelmesi ve üretimin siyasallaşması [bu kısmi olarak değişmiştir ve değişmektedir. Sanatın tecimselleşmeye direnen ve kendi varoluş koşullarını sorgulayan bir kanadı vardır. Fakat bu üretimler sembolik olarak da olsa piyasayı beslemektedir. Eğer, bu farklı üretimler ve bu üretimlerin failleri(sanatçılar, inisiyatifler, kolektifler, eleştirmenler, küratörler), sponsorların, bankaların, halkla ilişkiler ayağı olarak kalmak istemiyorlarsa, piyasanın dışında, farklı bir maddi alanda iş görmelidirler. Sektöre eklemlenmek yerine, kendi siyasal, söylemsel alanlarını yaratmaları kadar kendi ekonomik alanlarını da yaratmalıdırlar. Yani, siyasal, sanatsal özerklik, ekonomik özerklikle de desteklenmelidir. Bunun için alandaki bütün üretici faillerin, üretimine katkıda bulundukları artı değeri tekrar kendilerine döndürmeleri gerekmektedir.]

2-izleyici/koleksiyoner profilinin değişmesi ile: Sanat toplumun tabandaki üretici güçlerinden filizlense de egemen sınıfların mülkü/eğlencesi olarak kalmıştır. Sanat başlı başına ezilen sınıflar için ve onlar tarafından yapılsa dahi, egemen sınıf içerdiği değerlerden dolayı sanatı kendine mal etmeye çalışmıştır. Bu kapılma dinamiğine direnen sanat ise, dışlanmış ve değersizleştirilmiştir. Sanatçılar bunu eleştirseler dahi, dönüp burjuvazinin kucağına kendilerini bırakmak zorunda kalmışlardır. Sanat üzerindeki mücadele bugün de sürmektedir. Sanatı anlamak ve takdir etmek için yüksek seviyede eğitimli olmak gerektiği savı, ırkçı, elitist, egemenliği meşrulaştırmaya hizmet eden bir yalandır. Biz, artık koleksiyon yapmanın, müze kurmanın sadece egemen sınıfların ayrıcalığı olmaktan çıkacağını iddia ediyoruz. Bunun yolu ise bir “tüketiciler kooperatifi” kurmak ve bu kooperatifte birikecek “tüketicilerin” ortak katılımı ile bir koleksiyon ve müze oluşturmaktır. Böyle bir koleksiyon ve müze, katılan bütün “tüketicilere” eşit bir biçimde ait olacak ve her “tüketici” koleksiyon üzerinde eşit yönetim ve söz hakkına sahip olacaktır.


Hiç yorum yok: